Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Uyku bedeni, rüya ise ruhu dinlendirir!”

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bilinçaltı ve rüyalar konusunu değerlendirdi.

“İnsan, kendi varlığının farkında olan tek canlı”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, canlılar arasında, özellikle memeliler grubunda yer alan insanın, bilinç sahibi olan tek varlık olduğunu dile getirerek, “Diğer hiçbir canlıda bilinç bulunmaz. Diğer canlıların zaman kavramı, geçmiş ve gelecek bilinci, varoluş bilinci, anlam arayışı ya da ölüm bilinci yoktur. Bunlar yalnızca insana özgü özelliklerdir. İnsan, kendi varlığının farkında olan tek canlıdır. ‘Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum?’ gibi soruları sorabilmek bu bilincin göstergesi. Kişinin farkında olmadan yaptığı şeyler genellikle bilinçaltından kaynaklanır. Farkında olarak yapılan şeyler bilinçli; farkında olmadan yapılanlar ise bilinçsiz davranışlardır.” dedi.

“Bilinç, kuantum bir varlık olarak ele alınıyor”

Bu konuların yaklaşık 100 yıl önce Freud ve Jung gibi psikiyatristler tarafından da tartışıldığını, bilinç ve bilinçaltı arasındaki ilişkinin özellikle ruhsal hastalıklarla bağlantılı olarak ele alındığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “2000’li yıllardan itibaren nörobilimin gelişmesiyle birlikte bilince dair yeni tartışmalar ortaya çıkmıştır. Günümüzde bilinç, beynin üzerinde bir varlık olarak; hatta bazı görüşlere göre kuantum bir varlık olarak ele alınmaktadır. Bilinç günümüzde hâlâ psikiyatrinin en temel tartışma konularından biridir. Bilinç, belki de psikiyatrinin kuantumudur. Bilinçaltı, bir insanı analiz etmeye çalıştığımızda karşımıza çıkan, kişinin bazen kendisinden bile beklemediği davranışların kaynağıdır. Bazı insanlar, hiç düşünmeden otomatik tepkiler verebilir ya da refleksif davranışlar sergileyebilir. Üstünlük kompleksi ya da aşağılık kompleksi gibi durumlar bilinçaltı mekanizmalarla ilişkilendirilmiştir. Bu durumları açıklamak için psikolojide çeşitli savunma mekanizmaları geliştirilmiştir.” diye konuştu.

“Örtük bellek, farkında olmadan otomatik şekilde kullandığımız bilgileri barındırıyor”

Günümüzde nörobilimin bu konuyu getirdiği noktada, “bilinçaltı” yerine artık “implisit memory”, yani örtük bellek kavramının kullanıldığını anlatan Tarhan, “Bilincin karşılığı ise ‘eksplicit memory’ yani açık bellek olarak tanımlanır. Açık bellek, farkında olduğumuz ve bilinçli şekilde hatırladığımız bilgileri içerirken; örtük bellek, farkında olmadan otomatik şekilde kullandığımız bilgileri barındırır. Bilinçaltı, kişinin düşünmeden gerçekleştirdiği otomatik davranışlardır. Bu, beyinde kısa yollar aracılığıyla oluşur. Yani sadece felsefi ya da soyut bir konu değildir; nörobiyolojik karşılığı vardır. Kişinin örtük bellek (bilinçaltı) ve açık bellek (bilinç) mekanizmalarını ne kadar iyi yönetebildiği, hayatını ne ölçüde kontrol edebileceğini belirler.” ifadesinde bulundu.

“Bir kişi, karşısındaki birine aniden yoğun bir tepki verebilir”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bilinçaltı ve bilinçdışı kavramların kimi zaman karıştırılsa da farklı şeyleri ifade ettiğini söyleyerek, şöyle devam etti:

“Bir kişi, karşısındaki birine aniden yoğun bir tepki verebilir. Bu durumu analiz ettiğinizde görürsünüz ki, tepki gösterdiği kişi aslında geçmişte ona zarar veren bir kişiye fiziksel ya da davranışsal olarak benzemektedir. Kişi bunun farkında değildir ama bilinçaltı bu benzerliği çağrıştırır ve otomatik bir tepki oluşturur. Yani karşısındaki kişi aslında bir yanlış yapmamış olsa bile, kişi geçmişte yaşadığı olumsuz deneyimin etkisiyle tepki verir. Bu, bilinçaltının devreye girmesiyle olur. Bu tür bilinçaltı tepkilerin rüyalarla da yakın ilişkisi vardır. Bu nedenle Freud, ‘rüyalar bilinçaltına giden kral yoludur’ demiştir. Ona göre rüyalar, bilinçaltına ulaşmanın en kolay ve doğrudan yoludur. Jung ise, bilinç ile bilinçaltı arasında köprüler olduğunu söylemiştir. Yani her iki yaklaşım da rüyaların ve bilinçaltının birbiriyle sıkı bir ilişki içinde olduğunu kabul eder.”

Gündüz rüyası kaygılı kişilerde görülüyor

Hipnozun da rüyanın da uykunun da farklı bir bilinç durumu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Üç tür gerçeklik var. Fiziksel gerçeklik; şu anda içinde yaşadığımız, somut gerçekliktir. Hayal gerçekliği; hayal kurarken yaşadığımız gerçekliktir. Kişi hayal kurar, sonra hayalin bittiğini fark edip tekrar fiziksel gerçekliğe döner. Beyin burada hemen bir ‘gerçeklik testi’ yapar ve bugüne, şimdiye odaklanır. Rüya gerçekliği; rüya sırasında kişi başka bir gerçeklikteymiş gibi yaşar. Uyanınca kısa bir ‘alacakaranlık dönemi’ yaşanır ve ardından rüyanın rüya olduğu anlaşılır. Mesela, dizi rüyalar ya da lüsid rüyalar dediğimiz rüya türlerinde bilinç ile bilinçaltı arasında kısa geçişler olur. Yapılan anketlere göre, her 100 kişiden yaklaşık 40’ı lüsid rüya gördüğünü söylüyor. Yani lüsid rüyalar nadir bir durum değildir.” dedi.

Gündüz uyanık olan bir kişi, dışarıdan hayal kuruyor gibi görünse de aslında ‘gündüz rüyası’ yaşıyor olabileceğini de ifade eden Tarhan, “Bu, Maladaptif Daydreaming olarak bilinen bir durumdur. Özellikle kaygılı kişilerde sık görülür. Kişi gündüz düşleriyle gerçeklik arasında gidip gelir ve bu durum davranışlarını da etkileyebilir.” şeklinde konuştu.

Rüyalar uzay ve zaman kavramlarının dışında işliyor

Bilincin kuantumu” ya da “ruh sağlığının kuantumu” denilen alanın rüya dünyası olduğunu ve rüyaların da uzay ve zaman kavramlarının dışında işlediğini anlatan Tarhan, “Jung bu konuda şöyle der, ‘İnsanın ruhunun uzay ve zamanın dışında bir parçası olması gerekir.’ Burada Jung’un ‘ruh’ tanımı, dini literatürdeki ruh kavramına oldukça benzer. İnsan, başka bir enerji bandından gelmiş, bu dünyada fiziksel gerçeklikte yaşıyor ve ölümden sonra başka bir enerji düzlemine geçiyor olabilir. Yani insanın varlığı sadece bu dünyayla sınırlı değildir. Biz bu geniş denklemin sadece simülatif bir bölümündeyiz. Rüyalar ise bu denklemle bağlantı kurduğumuz alanlardır.” diye konuştu.

‘Evren bir simülasyon olabilir mi?’

Kuantum fiziğiyle uğraşan bilim insanlarının çalışmalarına işaret eden Tarhan, şunları anlattı:

“Gözlemlediğimiz şey var olur, gözlemlemediğimiz şey yok gibi davranır. Hatta bu noktada şöyle bir tartışma da vardır: Kara deliklerin ötesinde bu evreni gözlemleyen, üstün bir bilgisayar teknolojisi kullanan başka varlıklar olabilir mi? Bu fikir, bazı bilimsel çevrelerde ‘evren bir simülasyon olabilir mi?’ sorusunu gündeme getirmiştir. Bu düşünceler kutsal metinlerde de yankı bulur. Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında, bazı yorumlara göre “Biz sanki Tanrı’nın zihninde yaşıyormuşuz” gibi bir bakış açısı ortaya çıkmaktadır. Bu görüşler nedeniyle tarih boyunca birçok düşünür eleştirilmiş, hatta bazıları deli ilan edilmiş ya da yargılanmıştır. Oysa bugün kuantum fiziği bu soruların bilimsel zeminlerde tekrar tartışılmasına olanak tanımaktadır. Çünkü kuantum, belirsizlikleri tanımlamaya çalışan bir bilim dalıdır.”

Uyku sırasında beynin nasıl davranıyor?

Bazı bilim insanlarının ‘Acaba rüya, insanın kuantum evrenle bağlantı kurduğu bir alan mı?’ sorusunu da sorduğunu ifade eden Tarhan “Bu durum rüyayı sadece bilinçaltıyla değil, aynı zamanda kuantum fizik, psikiyatri, felsefe ve spiritüalite gibi farklı disiplinlerin ortak tartışma alanına taşımaktadır. Bu yüzden bugün dünyada birçok yerde rüya laboratuvarları kurulmakta, rüya üzerine bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Uyku sırasında beynin nasıl davrandığı, özellikle de rüya dönemlerinde nasıl çalıştığı incelenmektedir.” dedi.

Bastırılmış travmalar çözümlenmeli

Terapi süreçlerinde zaman zaman bilinçli zihinle bilinçaltına ulaşmaya çalışıldığını kaydeden Tarhan, ancak bazı zor vakalarda, özellikle bastırılmış travmaların çözümlenmesi gerektiğinde, bilinçli yöntemlerin yetersiz kalabildiğini, bu gibi durumlarda, kişiyi uyku ve uyanıklık arasındaki bir bilinç düzeyine getiren, anestezi benzeri ilaçların kullanıldığı bir yöntem olan narkoanalizin devreye girebildiğini ve çözülmemiş bir travmanın çözülebildiğini anlattı.

Travma çözüldüğünde rahatlama yaşanıyor

Bilinçaltının, beyinde kapsüllenmiş bir travmatik ağ gibi davranabildiğini, bu ağlara ulaşmanın, adeta bir apsenin boşaltılması gibi olduğunu belirten Tarhan, “Travma çözüldüğünde kişi hem zihinsel hem de fiziksel olarak rahatlama yaşar. Bugün bu tür durumlar için nadiren narkoanaliz kullanılıyor. Bunun yerine daha yaygın ve güvenli bir teknik olan EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) yöntemi tercih ediliyor. Bu teknikte sağ ve sol beyin lobları ses ya da göz hareketleriyle eş zamanlı uyarılır. Bu sayede kişi, bastırdığı travmatik anıların farkına varır ve onları yeniden işleyebilir. Tüm bu yöntemlerde ortak nokta, kişide farklı bir bilinç durumu oluşturmaktır.” şeklinde konuştu.

“Asıl ruhsal dinlenme, rüya sırasında gerçekleşir”

Rüya görmenin bizim genetik algoritmamızın bir parçası olduğunu kaydeden Tarhan, “Bir insanın rüya görmemesi mümkün değil. Herkes rüya görüyordur, hatırlamıyordur. Öyle ki, doğuştan görme engelli olan bebekler bile rüyada gülümseyebilir. Henüz görme duyusu gelişmemiş, hayatı tanımamış bu bebeklerin uykuda tebessüm etmeleri, rüyanın yalnızca dış dünyadan alınan verilerle değil, beynin içsel mekanizmalarıyla ilgili bir süreç olduğunu gösterir. Bu durum, rüyanın beynimizin temel bir fonksiyonu olduğunu kanıtlar niteliktedir. Henüz soyut kavramları bile bilmeyen bir bebeğin, rüyada gülümsemesi ise beynin uzay-zamanın ötesinde çalışan bir alanına işaret eder. Rüya görmek, insanın fizyolojik bir özelliğidir. Uyku bedeni, rüya ise ruhu dinlendirir. Asıl ruhsal dinlenme, rüya sırasında gerçekleşir.” dedi.

“Rüya görmek, fizyolojik bir ihtiyaçtır”

Bilinçaltının, aslında örtülü belleğimiz olduğunu ve beynimizde fizyolojik karşılığının bulunduğunu dile getiren Tarhan, “Rüyalar da bu örtülü belleğin bir sonucudur. Rüya görmek, fizyolojik bir ihtiyaçtır. Rüyayı yok ederek bir kişide şizofreni benzeri belirtiler oluşturabilirsiniz. REM uykusu sırasında kişi her rüyaya daldığında uyandırılırsa, bu ciddi psikolojik bozulmalara yol açabilir.” ifadesinde bulundu.

Terapi sürecinde olan biri için rüyalar anlamlı olabilir

Eğer kişinin bir ruhsal problemi yoksa, rüya yorumlarıyla uğraşıp vakit kaybetmesine gerek olmadığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ancak psikiyatrik tedavi gören veya terapi sürecinde olan biri için rüyalar anlamlı olabilir. Örneğin, kişinin gerçek hayatta bir korku yaşamamasına rağmen rüyasında korkulu bir durumla karşılaşması, aslında bilinçaltında işleyen ve terapide kullanılabilecek faydalı bir motiftir. Rüyalar genellikle sembollerle doludur. Örneğin, rüyada aslan görmek güç ve cesareti; su görmek şefkati; köpek görmek ise güven veya arkadaşlık arayışını simgeleyebilir. Bu yorumlar rüya tabir kitaplarında yer alır. Ancak bu semboller her birey için aynı anlamı taşımaz. Önemli olan, rüyayı kişinin kendi psikolojik yapısına uygun şekilde yorumlamaktır.” diye anlattı.

Toplumumuzda rüyalardan etkilenme oranı çok yüksek 

Negatif düşünen insanların rüyalarla ilgili genellikle olumsuz senaryolar ürettiklerini, pozitif yapılı kişilerin ise rüyalarını daha olumlu yorumlama eğiliminde olduğunu kaydeden Tarhan, “Ancak bizim toplumumuzda rüyalardan etkilenme oranı oldukça yüksek, yapılan araştırmalara göre bu oran yüzde 85’e kadar çıkabiliyor. Bu da demek oluyor ki, birçok insan rüyalardan etkilenip yanlış kararlar alabiliyor, ilişkilerini bile bu yüzden zedeleyebiliyor.” dedi.

Rüyalar asla anlamsız değil…

Rüyaların asla anlamsız olmadığını ve sembollerle konuştuğunu ifade eden Tarhan, “Ancak bu sembollerin dilini bilmiyorsanız, rüyaları anlamanız mümkün olmaz. Üstelik bu semboller evrensel değildir; kişiye özeldir. Rüyalar kişisel deneyimlerden ve duygulardan beslenir. Evrensel bir dil kullanmazlar, bireyin iç dünyasına göre şekillenirler. Bu yüzden bir rüyayı anlamak istiyorsanız, sembolün o kişi için ne anlama geldiğini çözmeniz gerekir.” ifadesinde bulundu.

Rüya yorumlarının, analiz aşamasında önemli bir araç olsa da tedavi sürecinde her zaman aynı başarıyı göstermediğini kaydeden Tarhan, “Bu nedenle psikanalizin günümüzdeki evrimi nöropsikanaliz olarak adlandırılır. Artık bilinçaltını tanımak geçmişe göre daha kolay. Gelişen teknikler sayesinde, birçok yöntemle bilinçaltına ulaşmak mümkün hale geldi.” diye konuştu.

İlham bazen uyanıkken bazen de rüyada ortaya çıkar

Haberci rüyalar kavramına dikkat çeken Tarhan, “Kişi rüyasında birini görüyor ve ertesi gün o kişi gerçekten karşısına çıkıyor. Toplumda bu tür rüyaları görenlerin oranı yüzde 50-60 civarındadır. Hemen herkesin hayatında bu şekilde sezgisel, anlamlı bir rüya deneyimi olmuştur. Asıl önemli olan ise bu rüyaların doğru şekilde yorumlanabilmesidir. Eğer kişi gördüğü rüyayı yorumlamazsa, bazen bu durum sorunlara yol açabilir. İnsan bir konuya aşırı odaklandığında, buna yaratıcı düşünce denir ve bu yoğun konsantrasyon sonucu aniden ilham gelir. Bu ilham bazen uyanıkken, bazen de rüyada ortaya çıkar. Dolayısıyla evrende henüz tam olarak anlayamadığımız bir anlam boyutu olabilir. Rüyalar da zaman zaman bu boyutla bağlantı kurmanın yollarından biri olarak değerlendirilebilir.” şeklinde sözlerini tamamladı.

 

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

İlginizi Çekebilecek Diğer Haberler

+ There are no comments

Add yours